Araştırma Makalesi
Research Article
ISSN 2548-0502
2021; 6(2): 391-408
İstiklal Marşı’nın İzini Safahat’ta Sürmek
ARŞ. GÖR. HALİL İBRAHİM YÜCEL
Öz
Millî marşlar, onu oluşturan milletlerin şuurunu ve karakterini ortaya koyan eserlerdir. Türk
milletinin karakterini ifade eden “istiklal” kelimesi de millî marşın odağında yer almış ve ona ad
olmuştur. İstiklal Marşı’nı kaleme alan Mehmet Akif Ersoy, burada sömürgeci Batı’nın medeniyet
anlayışı ve silah gücünün karşısına manevi bir güç olan imanı ve vatan sevgisini çıkarmıştır. Bu
yönüyle Akif, yalnızca bir şair değil aynı zamanda bir aydın olarak da görülmelidir. Yaşadığı çağa
tanıklık etmenin ötesinde Akif, yaşanan acıları derinden hissetmiş ve şiirlerinde zalimi lanetlemenin
yanında milletini içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için çözüm önerileri sunmuştur. Şairin,
İstiklal Marşı dışında en bilinen eseri, Safahat üst başlığıyla yayımlanmış olan şiirleridir. Akif’in 19111933 tarihleri arasında yayımlanan yedi şiir kitabı okunduğunda orada yer alan anlam ve imgelemin
İstiklal Marşı’na yakın bir şekilde seyrettiği görülebilir. Bu durum bize Mehmet Akif Ersoy’un toplumu
istiklale kavuşturacağına inandığı “epos”unun aslında uzun zamandır onun zihninde kurgulanmakta
olduğunu göstermektedir. Yani denebilir ki Akif İstiklal Marşı’nı yazmaya, Safahat’taki şiirleriyle zaten
başlamıştır. Bu çalışmadaki amacımız, İstiklal Marşı’ndaki imgelem ve anlamlar üzerinden bir Safahat
okuması yapmak ve iki eser arasındaki ortaklıkları tespit etmeye çalışmaktır.
Anahtar sözcükler: İstiklal Marşı, Mehmet Akif Ersoy, Safahat, millî marş
SEEKING FOR THE TRACE OF INDEPENDENCE MARCH IN SAFAHAT
Abstract
National anthems are works that reveal the consciousness and character of the nations that
compose it. The word "independence" which expresses the character of the Turkish nation, is also at the
center of the national anthem and became a name for it. The poet Mehmet Akif Ersoy, who wrote the
Independence March, put the faith and patriotism as a spiritual power against the civilization
perception and weapon power of the colonialist West. In this respect, Akif should be seen not only as a
poet but also as an intellectual. Beyond witnessing the age in which he lived, Akif felt the pain deeply
and in his poems, besides cursing the oppressor, he offered solutions to save his nation from the
situation it was in. The most known work of the poet, apart from the Independence March, is poems
published under the main heading Safahat. When Akif's seven poetry books published between 19111933 are read, it can be seen that the meaning and imagination in there are similar to the Independence
March. That means, Mehmet Akif Ersoy's "epos", which he believes that it will bring the society to
independence, has actually been fictionalized in his mind for a long time. In other words, it can be said
that Akif has already started to write the Independence March with his poems in Safahat. Our aim in
this study is to make a Safahat reading based on the imagery and meanings in the Independence March
and try to identify the commonalities between the two works.
Keywords: The Independence March, Mehmet Akif Ersoy, Safahat, national anthem
Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, hiyucell@gmail.com, orcid: 0000-0002-7776-1401
Gönderim tarihi: 01.05.2021
Kabul Tarihi: 05.06.2021
Söylem Ağustos 2021 6/2
392
GİRİŞ
ayraklar ve marşlar her milletin mevcudiyet sembollerindendir ve manevi bir anlam
B
ihtiva ederler. İstiklal Marşı da Türk toplumunun ortak değerlerinden biri ve
bağımsızlık vesikasıdır. Marşı yalnızca yazıldığı tarih üzerinden okumak onun imge
ve anlam dünyasını anlamamız için yeterli değildir. Zira tarih bir sürekliliktir ve bu doğrultuda
İstiklal Marşı’nı anlamak için evvela topyekûn Türk-İslam tarihini sonrasında ise daha yakın bir
dönem olarak Balkan Savaşları’ndan (1912) Cumhuriyet’in ilanına (1923) kadar geçen süreyi
anlamak lazım gelir. İstiklal Marşı’nın imgeleri bu yakın dönemde saklıdır.
Marşın şairi Mehmet Akif Ersoy, çağının tanığı bir sanatçıdır. Osmanlı’nın Balkanlardaki
mağlubiyetinin ardından Beyazıt, Süleymaniye ve Fatih camilerinde halka ümit aşılamak için
vaazlar vermiş; şiirlerinin büyük bölümünde savaşın yansımalarını işlemiştir. Savaş sırasında şair,
Müdafaa-i Milliye Heyeti Neşriyat Şubesi’nde görev yapmıştır. Şube başkanı Recaizade Mahmut
Ekrem, bir gün Mehmet Akif’e seslenerek “milletin millî bir destana ihtiyacı olduğunu bunu da
ancak kendisinin yapabileceğini söylemiş ve yapmasını istemiş”tir (Ersoy, 2006, s. 44). Bu sohbet,
yaşadığı dönemde Mehmet Akif’in sanatına duyulan saygı ve güveni işaret etmesi bakımından
dikkate değerdir.
Nitekim şair, Balkan Savaşları döneminde “Cenk Şarkısı” (1912) adlı bir şiir kaleme almıştır.
Şiirde geçen “Yerleri yırtan sel olup taşmalı! /Dağ demeyip, taş demeyip aşmalı!” (Ersoy, 2006, s.
556) dizeleri İstiklal Marşı’nın üçüncü kıtasındaki “Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım; /
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.” dizeleriyle benzerlik göstermektedir. Şairin millî
marşı yazmadan bir yıl önce, 1920’de, Türk askerini yüreklendirmek için yazdığı “Ordunun
Duası” adlı bir marş denemesi daha vardır. Burada da “Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman.”
(Ersoy, 2006, s. 567) dizesi gibi, İstiklal Marşı’ndaki söyleyişle eşleşen dizeler bulunmaktadır.1
Akif’in bu şiiri, Millî Mücadele yıllarının başlarında Ali Rıfat Çağatay tarafından bestelenerek
dönemin Genelkurmay Başkanlığı tarafından askerlere okutulmuştur (Okay, 2001, s. 355). Bu
eserler, Türk millî marşı için birer prototip niteliğindedir.
Mehmet Akif, sanat adamı kimliğinin yanında önemli bir cemiyet mistiğidir. O, kişisel
ihtiraslar ve heyecanlardan ziyade millî bir mesuliyet duygusuyla hareket eder. Yönetimlerin değil
halkın, güçlünün değil haklının yanındadır. Millî mücadele yıllarındaki tavrı bunun en mühim
kanıtıdır.
İzmir’in işgali sonrasında şair gerek eylemleri gerekse sanatıyla aktif bir mücadelenin
içerisine girmiştir. Balıkesir’de cami kürsülerinde halka millî ve manevi bilinç aşılamaya çalışmış,
bu yüzden İstanbul hükümeti tarafından Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’deki memuriyetinden
azledilmiştir. Buna rağmen yılmayan Mehmet Akif, Konya ve Kastamonu gibi şehirlere giderek
halkla bütünleşmeye devam etmiştir. Aynı zamanda başyazarı olduğu Sebîlürreşâd dergisini de
adeta kurtuluş mücadelesinin yayın organı haline getirmiştir (Kabaklı, 1984, s. 31). Mustafa Kemal
Atatürk, Kastamonu dönüşünde davet ettiği dergi sahibi Eşref Edip ve başyazarı Mehmet Akif’e
bu konuda teşekkürlerini sunmuştur. Eşref Edip, Atatürk’ün sözlerini şöyle aktarır: “Sevr
muahedesinin memleket için ne kadar feci bir idam hükmü olduğunu Sebilürreşad kadar hiçbir
1
“Cenk Şarkısı” ve “Ordunun Duası” şiirlerinde İstiklâl Marşı’nın izleri için bk. (Sakallı, 2018)
Söylem Ağustos 2021 6/2
393
gazete memlekete neşr edemedi. Manevî cephemizin kuvvetlenmesine Sebilürreşad’ın büyük
hizmeti oldu. Her ikinize de bilhassa teşekkür ederim” (aktaran Karan, 1957, s. 58). Bütün bu
eylemleri, Mehmet Akif’in gerek kurucu irade gerekse halk nezdinde ne derece sevilip takdir
edildiğini ortaya koyması bakımından dikkate değerdir.
İngilizler 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal edince Mehmet Akif, fiilen kurtuluş mücadelesine
katılmak için Ankara’ya gelmiş ve 23 Nisan’da I. TBMM’de önce Biga sonra da Burdur
milletvekilliği yapmıştır (Çetin, 2015, s. 16). Yaşanılan tarihsel sürecin uyandırdığı duygu ve
fikirler şairin hemen her şiirine yansımıştır.
Toplumsal bilincini ve aydın sorumluluğunu imgeleme, bunu belli bir lirizmle ifade
edebilme istidadına sahip olan şairin en önemli eserleri Safahat adlı şiir kitabı ve Türk milletine
armağan ettiği İstiklal Marşı’dır.
1. TOPLUMSAL MESELELERİN LİRİK İFADESİ: SAFAHAT
Mehmet Akif Ersoy, yaşadığı üzere yazan ve yazdığı üzere yaşayan ender sanatkârlardandır.
Bu durum onun biyografisinin ve eserlerinin eşzamanlı okunması ile tespit edilebilir. Şairin dünya
algısı, millî ve dinî bilinci onun vaazlarına olduğu kadar neredeyse bütün şiirlerine de sirayet
etmiş durumdadır. “Mehmet Akif’in şiiri hayatla iç içedir, gündemi halkın gündemidir. Toplum
karşısında bir sorumluluğunun veya görevinin bulunduğunu düşündüğü için sanatını bu uğurda
kullanmaya baştan karar vermiş olan şairin isteği de bu yazılarda vurguladığı şekilde anlaşılmak,
böyle anılmaktır” (Ersoy, 2014a, s. 10).
Sahip olduğu görev bilinci, yalnızca sanatkârane duyuşundan değil aynı zamanda hissettiği
aydın sorumluluğundan ileri gelmektedir. Mehmet Akif kuvvetli bir gözlem gücüne sahiptir.
Tanığı olduğu çağı belli bir belagat çerçevesinde aktarmakla kalmaz, sorunları anlamak için çaba
gösterir, bir çözüm yolu sunar. Onun şiirini oluşturma yolundaki merhalelerini “4İ” ile ifade
edebiliriz. Mehmet Akif şiirlerinde; Türk topraklarında, Müslüman ülkelerde ve dünyada olanları
izler; sorunları ve sebeplerini idrak eder, milleti bu konuda ikaz eder
ve son olarak onları irşat eder. Onun şiiri bu bilinç üzerine inşa
edilmiştir.
Mehmet Akif’in toplam yedi şiir kitabı bulunmaktadır. Her
ne kadar Akif’in şiirle münasebeti bu tarihten önce başlamış olsa
da şiir kitapları II. Meşrutiyet’ten sonra yayımlanmaya başlanır.
1911 yılında çıkan ilk kitabından 1933’te Kahire’de basılan son
kitabına kadar her bir eserinde Balkanlardaki ve bütün Osmanlı
coğrafyasındaki Müslüman halkın çektiği sıkıntıların izleri
görülmektedir.
Safahat, şairin 1911 yılında basılan ilk şiir kitabıdır. Buradaki
şiirlerin hepsi II. Meşrutiyet döneminde Sırat-ı Müstakim
dergisinde yayımlanmıştır. “Daha sonraki altı kitabının ayrı ayrı
isimleri olmakla birlikte Safahat’ı da her kitabının üst başlığı
Safahat
olarak korumuştur” (Ersoy, 2011a, s. 22). Bu sebeple şiir
Söylem Ağustos 2021 6/2
394
kitaplarının yekûnu bu adla anılmaktadır.2 Birinci Safahat diğer kitapların içinde en fazla şiire yer
veren eserdir, toplam kırk dört şiir bulundurmaktadır. Bunların bir kısmı Osmanlı toplumunun
farklı tabakalarından insan manzaralarını okuyucuya sunarken bir kısmı dinî ve hikemî şiirlerden
oluşmaktadır (Ersoy, 2011a, s. 29-31). Mehmet Akif’in ilk kitabında görülen toplumcu duyuş,
sonraki kitaplarında da devam etmiştir.
Süleymaniye Kürsüsünde, 1912 yılında yayımlanmıştır. Bu metin, kitapla aynı adı taşıyan tek
bir uzun manzumeden ibarettir. Mehmet Akif burada, bir vaizin Süleymaniye Camii’nden halka
hitabını konu alır. Fazıl Gökçek, bu vaizin gerçek hayatta Tatar Türk’ü bir gezgin olan Abdürreşit
İbrahim’i temsil ettiğini belirtir (Ersoy, 2011b, s. 10).
Hakkın Sesleri, Balkan Savaşları sırasında yazılmış şiirlerden oluşur. 1913’te yayımlanan
eserde dönemin acılarından dolayı umutsuz ve karamsar bir hava hâkimdir. Biri dışında, kalan
şiirler başlıksız yazılmış; bunun yerine başlarına çeşitli ayetler eklenerek onların uyandırdığı
duygu üzerine şiirler kaleme alınmıştır.
Fatih Kürsüsünde kitabı da tek bir şiirden müteşekkildir. Şiirde yine bir vaiz yer almaktadır;
fakat bu kez o, Fatih Camii’nden halka vaaz eder. İki bölümden oluşan manzumenin ilk kısmı, bir
tiyatro metnine benzer şekilde, karşılıklı diyaloglardan ibarettir. İkinci kısımda ise camideki vaaz
okuyucuya sunulur.
Hâtıralar, Mehmet Akif Ersoy’un beşinci şiir kitabıdır. “Önceki kitaplardakilerden farklı
olarak bu kitaptaki şiirlerden bazıları dergide yayımlanmamış, ilk kez bu kitapla okuyucunun
karşısına çıkmıştır” (Ersoy, 2014b, s. 7). Burada da çeşitli ayet ve hadislerin yorumuna dayanan
şiirlerle beraber, Balkan Savaşları etkisiyle yazılmış birçok dize yer alır.
Âsım, şairin 1919-1924 yılları arasında yazmış olduğu şiirleri barındırır. Yayımlanması ise
1924 yılında gerçekleşmiştir. Bu kitap, şairin Safahat içerisindeki en önemli eseri olarak görülmekte
ve meşhur “Çanakkale Şehitlerine” adlı destansı kısmı da ihtiva eden tek ve uzun soluklu bir
manzumeden oluşmaktadır. Şiirde yer alan Âsım karakteri, Mehmet Akif’in ideal insan tipidir.
Gölgeler, Mehmet Akif’in son eseridir. 1933 yılında Mısır’da yayımlanan metin, tıpkı şairin ilk
kitabı gibi birçok farklı konudaki şiirini ihtiva eder. Toplumsal ve dinî olanların yanında bazı lirik
örneklere de bu kitapta yer verilmiştir. 1918-1933 yılları arasında kaleme alınmış şiirlerden oluşan
Gölgeler kitabında; “Bir Gece (1928), Bir Ariza (1929), Ne Eser Ne De Semer, Derviş Ahmet (1930),
Said Paşa İmamı (1931) ve San’atkâr (1933)” gibi şiirler, şairin son sanatsal üretimleridir (Ersoy,
2006, s. 97).
Mehmet Akif Ersoy’un toplumu odağına alan hemen her şiirinde; halkı uyaran, onlara
nasihat eden ve gelecek için milletini motive eden bir söyleyiş hâkimdir. Balkan Savaşları ve Millî
Mücadele yıllarında gerek camilerde gerekse meydanlarda milletiyle buluştuğu gibi, şiirlerinde de
aynı hitabet üslubuyla okuruna seslenmiştir. Şairin bu üslubuna İstiklal Marşı’nda da rastlamak
mümkündür.
2
Anlam karışıklığını engellemek için, çalışma boyunca ilk şiir kitabını Birinci Safahat olarak anacağız.
Söylem Ağustos 2021 6/2
395
2. TÜRK’ÜN BAĞIMSIZLIK VESİKASI: İSTİKLAL MARŞI
Osmanlı İmparatorluğu döneminde yerli (Necip Paşa) ve yabancı (G. Donizetti ve C.
Guatelli) bestekârlarca birçok marş bestelenmiş olsa da devletin resmî bir marşı olmamıştır. 19.
yüzyılın başından, Sultan II. Mahmut’tan, itibaren dönemin padişahlarının adıyla anılan
marşların, çeşitli uluslararası görüşmelerde kullanıldığı bilinmektedir; lakin bunlar cumhuriyete
kadar çok kez değişmiştir (Çetin, 2015, s. 17). Mahmudiye Marşı, Aziziye Marşı ve Hamidiye
Marşı bunlardan bazılarıdır.
İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönemde Türk ordusu düşman askeri karşısında üstünlük
kurmuş değildir. Garp Cephesi Komutanı İsmet İnönü, Türk askerine millî bilinç aşılayacak ve
onları motive edecek Fransız millî marşı “La Marseillaise” benzeri bir marşın gerekliliğini
dönemin Millî Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur’a aktarır ve 25 Ekim 1920’de Hakimiyet-i Milliye
gazetesinde verilen ilanla 500 lira ödüllü beste ve güfte yarışmasının duyurusu yapılır. Aynı
zamanda konuyla ilgili olarak şairlere mektup, okullara genelge gönderilir. Bu süreçte Moskova’ya
görevlendirilen Rıza Nur’un yerine Hamdullah Suphi Millî Eğitim Bakanlığına atanır. Son katılım
tarihi olarak belirlenen 23 Aralık 1920’ye kadar 7243 eser gönderilir. Katılımcılar arasında Mehmet
Akif Ersoy yoktur. Şair, para ödülü olduğu için bu yarışmaya katılmamıştır. İncelenen eserler
Hamdullah Suphi tarafından yeterli bulunmaz, onun aklında millî marşın Mehmet Akif Ersoy
tarafından yazılması vardır. Hamdullah Suphi önce şaire bir mektup yazar, sonra şairin arkadaşı
Hasan Basri Çantay ile gerekli teminatları vererek onu ikna ederler. Çantay ile anlaşmalarına göre
ödül parası bir hayır kurumuna bağışlanacaktır. Bunun üzerine Mehmet Akif Ersoy; Tacettin
Dergâhı, Meclis sıraları ve Hâkimiyet-i Milliye gazetesi idarehanesinde İstiklal Marşı’nın yazımını
tamamlar (Çetin, 2015, s. 17-18). 5 Şubat 1921 günü yazılmaya başlanan şiir, 7 Şubat 1921’de Millî
Eğitim Bakanlığına teslim edilir (Kocakaplan, 2016, s. 34). Böylece Mehmet Akif Ersoy da
yarışmaya 725. eserle katılmış olur.
Mehmet Akif’in şiiri, henüz meclis görüşmeleri başlamadan, ordu üzerinde büyük bir etki
uyandırır. Şiir, yarışmaya tesliminden on gün sonra Sebîlürreşâd dergisi (468. sayıda) ve Hâkimiyet-i
Milliye gazetesinin baş sayfasında “Kahraman Ordumuza” ithafıyla yayımlanır. 21 Şubat 1921’de
ise Kastamonu’da Açık Söz gazetesinin ilk sayfasında yayımlanır (Kocakaplan, 2016, s. 19). Şiirin
Anadolu’da bir gazetede ilk sayfadan verilmesi, metnin halk üzerindeki etkisini göstermesi
bakımından önemlidir. Zira 3 Şubat’a kadar İstanbul’da çıkmış olan Sebîlürreşâd4 ve millî
mücadelenin yayın organı durumundaki Hâkimiyet-i Milliye, Ankara’da yayımlanmaktadır.
Dolayısıyla metnin, İstanbul ve Ankara dışına çıkması halkın Mehmet Akif’e duyduğu güveni ve
sevgiyi göstermesi bakımından dikkate değerdir.
Nurullah Çetin (2015, s. 18), birçok kaynakta 724 geçmesine rağmen gönderilen eserlerin sayısının kesin olmadığını
belirtir.
4 Dergi 467. sayıdan itibaren Ankara’da yayınlanmaya başlamıştır (Ersoy, 2006, s. 76).
3
Söylem Ağustos 2021 6/2
396
İstiklal Marşı’nın kurucu mecliste görüşülmesi üç toplantıya
konu olmuştur. Bunlardan ilki 26 Şubat’ta gerçekleşmiş ve çeşitli
tartışmaların
ardından
belirlenen
yedi
şiirin
basılarak
milletvekillerine dağıtılması kararı çıkmıştır. 1 Mart’ta yapılan
ikinci toplantıda ise Hamdullah Suphi kürsüye gelerek Mehmet
Akif Ersoy’un yarışmaya katılım süreci ve şartlarını aktardıktan
sonra onun şiirine açık desteğini göstermiş; ardından eseri
milletvekillerine okumaya başlamıştır. Henüz ilk mısraından
itibaren coşkuyla karşılanan şiir, sık sık alkışlarla bölünmüştür.
Basılan diğer şiirlerin değerlendirilmesi ve nihai kararın verilmesi
için son toplantı 12 Mart 1921 tarihinde yapılmıştır. Mehmet Akif’in
yarışmaya davetle katılmasına karşı bazı tepkiler yükselmiş ve
Kemalettin Kâmi (Kamu) gibi bazı isimler şiirlerini geri çekmiş olsalar da yapılan oylama sonucu
Mehmet Akif’in şiiri, devletin resmî marşı olarak kabul edilmiştir (Kocakaplan, 2016, s. 35-45). 500
liralık ödül ise “‘Fakir İslâm kadın ve çocuklarına iş öğreterek, onları yoksulluktan kurtarmak’
amacıyla kurulmuş ‘Darülmesai’ isimli derneğe bağışla[nır]” (Kocakaplan, 2016, s. 20).
Marşın bestelenmesi için de 17 Mart 1921’de yine Hâkimiyet-i Milliye vasıtasıyla duyurulan
bir yarışma tertip edilmiştir. 500 lira ödüllü yarışmaya katılan 24 eser beğenilmeyince İstiklal
Marşı bir süre farklı bölgelerde farklı bestelerle söylenmeye devam edilir. 1924 yılında ise Millî
Eğitim Bakanlığının kabulüyle Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi resmî olarak kullanılmıştır. 1930 yılına
kadar marş bu beste ile söylenmiş, bu tarihte ise Cumhurbaşkanlığı Orkestrası şefi Zeki Üngör
tarafından yapılan beste resmen kabul edilmiştir. Günümüzde hala marş, Üngör’ün bestesi ile
söylenmektedir.
3. SAFAHAT’TA İSTİKLAL MARŞI’NIN İZLERİ
Mehmet Akif Ersoy’un, zengin bir imge dünyası ve geniş bir anlam yelpazesini ihtiva eden
İstiklal Marşı’nı 5 Şubat-7 Şubat tarihleri arasında, 48 saat gibi kısa bir sürede yazmış olması, onun
bu şiiri aslında uzun süredir tasarladığını göstermektedir. Hatta bu imgelerin birçoğunun daha
evvel kaleme almış olduğu bazı şiirlerinde de yer aldığı söylenebilir. Bunun delili olarak İstiklal
Marşı’nda yer alan imge ve anlam dünyası üzerinden bir Safahat okuması yapmak gereklidir.
-1. KıtaKorkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.5
İstiklal Marşı’nın ilk kıtası, şair Mehmet Akif’in Türk milletine seslenişiyle başlar. Bu
seslenişte milletin korkuya, üzüntüye kapılmaması; ümitsizliğe düşmemesine dair vurgu ön
plandadır. Ersoy “al sancak” ile sembolize ettiği Türk’ün varlığının bu topraklarda yaşayan tek bir
5
İstiklâl Marşı için bk. https://www.tccb.gov.tr/assets/dosya/istiklalmarsi_metin.pdf.
Söylem Ağustos 2021 6/2
397
aile, tek bir ev kalmayıncaya kadar devam edeceğini aktarır; bayrağın tek sahibinin millet
olduğunu yıldız istiaresi üzerinden ifade eder.
Marşta Türk varlığının devam etmesi, “ocağın tütmesi” imgesi üzerinden verilmiştir. Zira
“ocak”; evi, aileyi temsil eder. Ocağın tütmesi “ailenin devam etmesi, soyun sürdürülmesi,
hayatiyetin var olması” (Çağbayır, 2010, s. 316) demektir. Tüten son ocağın sönmesi ise tek bir
Türk’ün dahi kalmadığı anlamına gelmektedir. Bu imge İstiklal Marşı’ndan önce şairin Fatih
Kürsüsünde şiirinde de kullanılmıştır.
“Mukaddes ordu”yu te 'yîd eden bu azgınlar,
Saçıp savurdular etrâfa öyle yangınlar
Ki uğradıkları yerlerde tütmüyor bir ocak ...
Kıyâm-ı haşre kadar, belki tütmeyip duracak! (Ersoy, 2011c, s. 108)6
Tarih boyunca, Türk milletinin maddî ve manevi varlığını yok etmek için türlü girişimler
olmuştur. Balkan Savaşları da bunlardan biridir. Mehmet Akif Ersoy, Fatih Kürsüsünde adlı
kitabının ikinci bölümünde vaizin ağzından bu savaşların getirdiği acıları anlatmaktadır. Osmanlı
İmparatorluğuna karşı birleşen “mukaddes ordu” (Balkan Devletleri) ve onları destekleyen
çetecilerin, hedef aldıkları her yerde Türk varlığını yok etmeye çalışmaları “ocağın tütmemesi”
şeklinde somutlaştırılmıştır. Dolayısıyla İstiklal Marşı’ndaki bu imgenin izine, Balkan mezalimini
anlatan bu dizelere rastlanır.
-2. KıtaÇatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal.
İstiklal Marşı’nın ikinci kıtasında şair, hilâl ile temsil ettiği Türk bayrağına seslenir.
Dizelerinde ona can veren ve nazlı bir sevgili gibi gören Akif, hür bir şekilde dalgalanması için
dökülen kanlar hatırına, Türk milletine öfke duymamasını ve artık gülen yüzünü göstermesini
ister. Nitekim onun göklerde dalgalanması, Allah’a iman etmiş Türk milletinin bağımsızlığını
gösterecektir.
Burada “hilâl” kelimesi yeni ay ile ilişkilendirilir ve yay şeklindeki hilâl, ince bir kaşa teşbih
edilmiştir. Fakat bu dizelerde yalnızca bir bayrak ve sevgili istiaresinin ötesinde çok daha mühim
bir temsil saklıdır. Arap harfli yazılışlarına baktığımızda “hilâl” kelimesinin de “Allah” lafzının da
aynı harflerle yazıldığı görülmektedir. Buna göre hilâl Allah’ı, dolayısıyla İslamiyet’i temsil
etmektedir, denebilir. Bilindiği gibi Kurtuluş Savaşı da salîb (haç) ile hilâlin (İslamiyet) mücadelesi
olarak değerlendirilmektedir (Çetin, 2015, s. 38). Bize göre Akif’in bu mısralarında, hilâl ile Allah
da kastedilmektedir. Zira, bu söyleyişin izi sürüldüğünde bahsettiğimiz temsilin daha açık bir
ifade ile Hakkın Sesleri kitabında kullanıldığı görülmektedir.
Tecellî etmedin bir kerre, Allah'ım, cemâlinle!
Şu üç yüz elli milyon ruhu öldürdün celalinle! (Ersoy, 2014a, s. 21)
6
Makalede, Prof. Dr. Fazıl Gökçek’in yayına hazırladığı ve Dergâh Yayınları’ndan çıkan Safahat serisinin 2011 ve 2014
yılı baskıları kullanılmıştır.
Söylem Ağustos 2021 6/2
398
Alıntılanan dizeler, verilen bilgiler ışığında okunursa iki şiirde de kullanılan kelimelerin
birbirleriyle örtüştüğü görülecektir. Şiirde kullanılan “cemâl” ve “celal” kelimeleri Allah’ın
sıfatlarına işaret eder. Burada yaratıcının nuru ve güzelliği (cemâl) ile değil; öfkesi ve gazabı (celâl)
ile tecelli etmesine şair tarafından serzenişte bulunulur. Dolayısıyla İstiklal Marşı’ndaki ilgili
kelimelerle karşılaştırdığımızda “hilâl” “Allah’a”, “cemâl” “gül-” fiiline karşılık gelirken “celâl”
kelimesininse aynen tekrarlandığı görülebilir. Hakkın Sesleri’nde bahsedilen “üç yüz elli milyon
ruh” ise marştaki “kahraman ırk”a denk gelmektedir. Şiirde Allah’ın, İstiklal Marşı’nda da hilâlin
Türk ırkına karşı öfkeli tavrından serzenişte bulunulmuştur.
Hakkın Sesleri, sanatıyla ye’se karşı millete ümit ve bilinç aşılaması ile tanıdığımız Mehmet
Akif’in diğer şiir kitaplarından ayrı bir yerdedir; çoğunlukla karamsar şiirlerden oluşur. Bu
karamsarlığın sebebi Balkan Savaşları ve bilhassa Arnavutluk isyanının şairde uyandığı
duygulardır. Birçok dizede yaratıcıya serzenişlerde bulunan Mehmet Akif’in bu söyleyiş tarzının
İstiklal Marşı’na da sirayet ettiği görülmektedir.
-4. KıtaGarb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
İstiklal Marşı’nın dördüncü kıtasında şair, teknolojik gücü ve maddî kuvveti ile kendini
dünyanın efendisi olarak gören Batı’nın karşısına, Türk milletinin manevi gücü olan imanını
koyar. Burada Müslümanları sömürgeleştirme çabalarıyla emperyalist Batı’nın, bir “canavar”a
istiare edilmiş olduğu görülmektedir. Akif’in çeşitli şiirlerinde bu istiarenin izine rastlamak
mümkündür. Örneğin Süleymaniye Kürsüsünde şiirinde, “canavar” kelimesi geçmese de verilen
özelliklerle Batı, örtülü olarak, bu kavrama istiare edilmiştir.
Müslüman, fırka belâsiyle zebûn bir kavmi,
Medenî Avrupa üç lokma edip yutmaz mı? (Ersoy, 2011b, s. 60)
Görüldüğü üzere ilgili dizede “Avrupa”, benzetildiği “canavar” kelimesi söylenmese de ona
has özelliklerle aktarılmıştır. Burada kapalı istiare sanatı vardır. Yani açıkça ifade edilmese de
şairin Avrupa’yı benzettiği kavramın “canavar” olduğu anlaşılmaktadır.
Mehmet Akif Ersoy; alıntılanan bölümümün öncesinde Fas, Tunus, Cezayir ve İran gibi
ülkelerin Batı tarafından taksim edildiğini ve Müslümanlar başka meselelerle uğraşmaya devam
ettikçe Batı’nın -tıpkı marşımızda anılan “canavar” namına yaraşır bir şekilde- Müslümanları
parçalayarak ilhak edeceğini anlatır. Burada, Batı’nın direkt olarak sömürgeci bir güç şeklinde ön
plana çıkarılmış olması önemlidir. “Mehmet Akif’te müstemlekeciliğe (emperyalizme) lanet teması
da bilhassa Balkan bozgunundan sonra çok sık tekrarlanan bir temel motif olmaya başlamıştır”
(Kabaklı, 1984, s. 24). Bunun en net örnekleri, şairin Hakkın Sesleri adlı şiir kitabında görülür.
Batı’nın Türk ve Müslüman yurdunu sömürgeleştirme ideali, kitapta canavarca eylemler
üzerinden ifade edilmiştir.
“Medeniyyet!” size çoktan beridir diş biliyor;
Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor. (Ersoy, 2014a, s. 32)
Söylem Ağustos 2021 6/2
399
Aynı istiarenin şair tarafından bu dizelerde de yapıldığını görmek mümkündür. Burada
milletine seslenen Mehmet Akif, aslında onları yok oluşa götürecek sâiklerden olan tefrikaya
vurgu yapar. Bu doğrultuda, ilerleyen kısımlarda Arnavutluk’u örnek gösterir ve birlik olunması
gerektiğini, aksi takdirde “canavar” Batı’nın pusuda beklediğini ifade eder.
Dipçik altında ezilmiş, paralanmış kafalar!
Bereden reng-i hüviyyetleri uçmuş yüzler!
Kim bilir hangi şenâatle oyulmuş gözler!
“Medeniyyet” denilen vahşete lâ’netler eder, (Ersoy, 2014a, s. 25)
Alıntılanan bölümde Batı’nın bu kez sömürgeci bir parçalama eyleminden değil, doğrudan
Türk varlığını yok etme çabasından dem vurulur. Balkan Savaşları ve çetecilerin baskınları sonucu
yaşanan mezalim, bu satırda canlı bir şekilde aktarılmaktadır.
Bu kanlı mücadelenin ifadesi, Fatih Kürsüsünde adlı şiirde de yer bulmuştur ve İstiklal
Marşı’ndaki benzetmeye burada da rastlanır. Türk varlığına kasteden güçler “Bırakmamış ki, taş
üstünde taş, kuduz canavar!” (Ersoy, 2011c, s. 104) dizesinde, İstiklal Marşı’na benzer bir şekilde
anılmıştır.
Son olarak Âsım adlı şiirinde Mehmet Akif, Batı’yı mevcut istiareye uygun bir şekilde
betimlemiştir.
Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu bir Avrupalı”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! (Ersoy, 2011d, s. 105)
Çanakkale şehitlerine ithaf edilmiş bu destansı bölümde Avrupalı, yine bir canavarı
hatırlatacak kelimeler kullanılarak çizilmiştir.
Dördüncü kıtanın önemli imgelerinden bir tanesi “Benim iman dolu göğsüm gibi
serhaddim var” dizesinde yer alır. Burada imanın muhafaza edildiği yer olarak göğüs
gösterilmektedir. Nurullah Çetin (2015, s. 56-57), Akif’in bu dizeyi Namık Kemal’in “Vatan
Şarkısı” adlı şiirinde geçen “Serhaddimize kal’a bizim hâk-i bedendir (Sınır boylarımızın kalesi
beden toprağımızdır)” dizesinden aldığı ilhamla yazdığını ifade etmiştir.
Şiirlerde kullanılan “göğüs” kelimesi kalp, yürek, gönül anlamını verecek şekilde mecazlı
olarak kullanılmıştır. Bu kullanımı Türk şiirinin birçok farklı üretiminde görmek mümkündür.
“Şairlerimiz tarafından kalbin bulunduğu göğüs kafesi, dinî hayatın özünün konduğu mekân
olarak değerlendirilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Kıyamet günü Allah (c.c.)’ın huzuruna ‘Selim bir
kalp ile gelenler, müstesna bir yere sahiptir’ler. (Şura, 89) Hz. Musa (s.a) ‘Rabbim göğsümü aç!’
(Taha, 55) diye dua etmiştir. Peygamberimize ise ‘Senin gönlünü açmadık mı?’ (İnşirah, 1)
denilmiştir” (Çağbayır, 2010, s. 343).
İstiklal Marşı’ndaki bu kullanımın izini Süleymaniye Kürsüsünde şiirinde görmek
mümkündür. Akif’in, matbaanın Türk-İslam dünyası için önemini vurguladığı kısımdan
alıntılanan bu dizelerde, Müslüman gençler için “göğsü îmanlı” vurgusu yapılmıştır.
Altı ay geçti, bizim matbaanın çıktı adı.
Göğsü îmanlı beş on tane fedâî gelerek.
Dediler: Sen ne basarsan, onu tevzî edecek (Ersoy, 2011b, s. 40)
Söylem Ağustos 2021 6/2
400
Şiirin ilerleyen dizelerinde Akif, matbaanın insanlık için önemli olduğunu belirtirken
Müslüman dünyasının bu konuda uyanık davranmadığından yakınmaktadır. Şair, İslami
değerlerle birlikte gerçekleşecek bir gelişmenin, ilerlemenin hayalini kurmaktadır. Bu anlamda,
“matbaa” gibi teknolojiyi ve yeniliği ifade eden bir sözcük ile “göğsü imanlı” gibi dinî literatüre
gönderme yapan bir ifadeyi bir arada kullanması tesadüf değildir.
Mevcut kullanıma, Âsım adlı kitabın “Bu göğüslerse Huda’nın ebedî serhaddi” (Ersoy, 2011d,
s. 105) dizesinde de rastlanır. İstiklal Marşı’ndaki kullanıma en yakın örnek budur. Burada,
Hakk’ın ve İslam’ın kalesi olarak göğüs işaret edilmiştir. Dize, milletin Allah’a imanının kuvvetine
işaret etmektedir.
Batı’nın maddî gücüne karşı Akif’in ileri sürdüğü manevi güç imandır. İstiklal Marşı’nda
Türk toprağının sınırları iman dolu bir göğse teşbih edilmektedir. İlgili dizede önemli ve derin bir
anlam barınır. Bu, Batı’nın Türk milletini sömürmesi için toprakları dışında asıl olarak imanını ele
geçirmesinin zorunluluğudur. Aksi takdirde Türk milleti asla yok olmayacak, esaret altına
girmeyecektir. Zira şaire göre, Türk’ün varlığını çevreleyen asıl sınır imanıdır. Batı’nın ağır silah
gücünü temsil eden “çelik zırhlı duvar”a karşı, Türk’ün “iman dolu göğsü” siper olarak öne
çıkarılmıştır. Burada, maddî gücün manevî olanla mücadelesi söz konusudur.
Mehmet Akif Ersoy’un gerek İstiklal Marşı’nda gerekse diğer şiirlerinde “iman dolu göğüs”
ifadesini kullanması bundan ileri gelmektedir.
-5. KıtaArkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.
İstiklal Marşı’nın beşinci kıtasında Akif, Türk milletine seslenir ve onları emperyalist
Batı’ya karşı topyekûn mücadeleye davet eder. Daha önce de ifade edildiği üzere bu, “hayasızca
akın” eden salîb (haç) ile hilâlin (İslamiyet) mücadelesidir. Şair, Allah’ın kendilerini kurtuluş
günlerine eriştireceğini ifade eder. Bu anlamda Türk milletinden inancını yitirmemelerini ister, o
günlerin gelmesinin çok yakın olduğunu vurgular.
Şairin Hakkın Sesleri kitabındaki bir kısımda da kurtuluşa ermeyi ifade eden “gün doğması”
imgesi kullanılmıştır. Fakat burada İstiklal Marşı’ndakinin aksine ümitsiz bir ruh hali göze çarpar.
Ezanlar sustu . . . Çanlar inletip durmakta âfâkı.
Yazık: Şark'ın semâsından Hilal'in geçti işrâkı!
Zaman artık Salîb'in devr-i istilâsı, ilhâkı
Fakat, yerlerde kalmış hakların ferdâ-yı ihkâkı,
Ne doğmaz günmüş ey acizlerin kudretli Hallak'ı! (Ersoy, 2014a, s. 21)
Akif, çıkan isyanlar ve dinmeyen savaş sesleri dolayısıyla karamsarlığa bürünmüştür.
Balkan Savaşları yıllarında kaybedilen topraklar ve yaşanan mezalim, Akif tarafından İslam
topraklarının semalarına artık hilâl yerine haç figürünün yerleşmesi şeklinde yorumlanmış ve bu
durum, şairi büyük bir ümitsizliğe sürüklemiştir. Dolayısıyla Akif’in “gün doğması” imgesiyle
ifade ettiği kurtuluşa erme fikrinin, önce karamsar ve biraz sitemkâr bir şekilde bu şiirde
Söylem Ağustos 2021 6/2
401
kullanıldığı sonra İstiklal Marşı’nda aynı söylemin bu kez ümitli bir şekilde halkı motive etmek
amacıyla tekrarlandığı görülmektedir.
Hakkın Sesleri kitabının 1913 yılında yayımlandığı ve bu süreçte gerçekleşen Balkan
Savaşları’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun aleyhine sonuçlandığı düşünülürse bu olumsuz
kullanımın sebebi anlaşılacaktır. Sonraki süreçte Çanakkale Cephesi’nde elde edilen başarılar ve
1919’da yakılan kurtuluş meşalesi, Akif’in yeniden ümitlenmesine sebep olmuştur, denilebilir.
Nitekim şair, Süleyman Nazif’e ithaf ettiği, 15 Nisan 1921’de Sebîlürreşâd’da yayımlanmış bir
şiirinde yine aynı imgeye yer vermiştir.
Garb'ın ebedî gayzı ederken seni me 'yûs,
“İslâm'a göz açtırmayacak, dersen, o kâbûs;”
Madâm ki Hakk’ın bize va’d ettiği haktır,
Şark'ın ezelî fecri yakındır, doğacaktır (Ersoy, 2014c, s. 44-45)
Görüldüğü üzere, kurtuluşa erme anlamı üzerinden türetilen bu ifade, şair tarafından
İstiklal Marşı’ndan hem önce hem de sonra kullanılmıştır. Ayrıca Safahat’ta çeşitli şiirlerde geçen
bu imgenin İstiklal Marşı’ndaki ilgili dizeleri, kurucu mecliste marşın kabul görüşmeleri sırasında
en çok alkış olan yerlerindendir (Kocakaplan, 2016, s. 39). Hamdullah Suphi, marş henüz resmî
olarak kabul edilmeden evvel meclis kürsüsünde Mehmet Akif Ersoy’un şiirini okurken
milletvekilleri sık sık alkışlarla Hamdullah Suphi Bey’in okuyuşunu bölmüşlerdir.
Bu örneklerin yanında, aynı kelimelerle ifade edilmese de ona anlamca yakın olan dizeler de
vardır. Örneğin, Hâtıralar adlı kitabındaki “Necid Çöllerinden Medîne’ye” adlı şiirde geçen “O
nûru gönder, ilâhî, asırlar oldu, yeter! / Bunaldı milletin âfâkı, bir sabâh ister (Ersoy, 2014b, s. 91)
dizelerinde kurtuluşa erme fikri gün doğması ile değilse de ona yakın kelimelerle ifade edilmiştir.
Burada, “ilâhî” şeklinde seslenilen Allah’tır. “Âfâk”, milletin ruh halini ve bekleyişini temsil
ederken “nûr” ve “sabah” kelimeleri de aydınlığı, kurtuluşu kastederek “gün” yerine
kullanılmıştır.
-6. KıtaBastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
İstiklal Marşı’nın altıncı kıtası, Türk milletine millî bir bilinç aşılamak için kurgulanmıştır. Bu
dizelerde Akif, üzerinde hemen her gün dolaştığımız toprakların basit ve sıradan görülmemesi
gerektiğini vurgulamaktadır. Şair bu toprakların öneminin idrak edilmesi gerektiğini, onun için
canlarından geçen şehitler üzerinden aktarır ve herkesin ailesinde muhakkak bir şehit
bulunduğunu ima eder. Şair, vatan toprağının güzelliğini ve kutsiyetini ise cennet sıfatıyla ifade
etmiştir.
Toprağa atfedilen bu anlamın izine Mehmet Akif’in Birinci Safahat’ında yer alan “Mezarlık”
şiirinde de rastlamak mümkündür.
Cevherin toprak değil pek başka bir ma’den senin
Âh bilmezler ki üstünden geçerlerken senin (Ersoy, 2011a, s. 90)
Söylem Ağustos 2021 6/2
402
Mısralarda, mezarlığın ölüleri gömmekten çok daha mühim anlamlar ihtiva ettiğine dikkat
çekilmiştir. Şair burada, mezarlığın özü olarak toprağı değil altında yatan şehitleri görür. Akif,
Türk milletinin bu konudaki bilinçsizliğinden yakınırken İstiklal Marşı’nda aynı bilinci kendi
uyandırmak istemiş ve benzer bir söylem kurmuştur. Buradaki “mezarlık” kelimesi, sonraki
süreçte yazılan şiirlerde daha geniş bir anlam alanına yayılmış ve ülke topraklarının tümü
kastedilmiştir. İstiklal Marşı’nda da bu anlamda kullanılmıştır. Bahsettiğimiz genişlemeyi Hakkın
Sesleri kitabında geçen şu dizelerde yakından görmek mümkündür:
Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristân
Yatıyor şimdi ... Nasıl yerlere geçmez insân?
Şu mezârlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu (Ersoy, 2014a, s. 24)
Türk topraklarının altında, vatan uğruna şehit düşmüş binlerce beden yatmaktadır. Bunların
çoğunun bir mezarları dahi yoktur. Akif’in vatan topraklarına anlam yüklemesi bundandır. Aynı
anlam, Süleymaniye Kürsüsünde şiirinde de yer alır.
Dışı baştan başa bir nesl-i kerîmin yâdı;
İçi boydan boya milyonla şehîd ecsâdı (Ersoy, 2011b, s. 61)
Alıntılanan mısralarda şair, vatan toprağına baktığımızda bütün kazanımlarıyla o “nesl-i
kerîm”i (büyük nesil) hatırlamamız gerektiğinin altını çizer. Toprağın içine baktığımızda da bu
kazanımlar için şehit olmuş ecdadımızın naaşları görülecektir. İstiklal Marşı’nın ikinci dizesinde
bizden toprağın altında yatan şehitleri düşünmemiz istenir. Yani, aslında bu iki parçanın birbirini
tamamladığı söylenebilir. Zira bir bütün olarak baktığımızda Türk topraklarını “vatan” haline
getiren, onu imar eden, onun uğruna şehit edilen ecdadın, yeryüzünde onları anmamızı gerektiren
bu kutsal mirası bırakabilmek için yer altında kefensiz bir şekilde yatıyor oldukları anlamı ortaya
çıkmaktadır. Birinci Safahat’ta yer alan “Mezarlık” şiirinde neslin bilinçsizliğinden yakınması
bundandır.
Mehmet Akif’in yakınan tavrı, Balkan Savaşları sürecinde daha sitemkâr bir hal almıştır.
Şair, şanlı neslin torunlarının bu süreçteki korkakça tavrını eleştirmek için “toprağa/mezara
basma” imgesine Fatih Kürsüsünde şiirinde yeniden başvurmuştur.
Dikildi karşına ecdâdının mekâbiri de;
“Yolumda durma kaçarken!” dedin, basıp geçtin! (Ersoy, 2011c, s. 61)
Milletin, vatan toprağını savunmaktansa atalarının mezarlarını çiğnemek pahasına
kaçıştıklarından dem vuran şair, devam eden mısralarda “İslâm’ı küfre çiğnettin” diyerek mevcut
nesle kızmakta ve bütün Müslüman şehitlerin bu durumdan rahatsız olduğundan ve
mezarlarından yana yakıla şikâyetler yükseldiğinden bahsetmektedir. Bu dizeler, İstiklal Marşı’nın
altıncı kıtasındaki ilk üç mısraı da ifade etmesi bakımından önemlidir.
-7. KıtaKim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Söylem Ağustos 2021 6/2
403
İstiklal Marşı’nın yedinci kıtasında kuvvetli bir vatan sevgisi vurgusu yapılmıştır. “Vatan
sevgisi, imandandır” hadisine dayanan bu sevgi uğruna nicelerinin kendini feda edebileceğinden
bahsedilir. Şiirde bu iddianın kanıtı olarak, Türk toprağının altında yatan şehitler örnek gösterilir.
Vatan uğruna verilen şehitlerin çokluğu, “topraktan şehitlerin fışkırması” imgesiyle ifade
edilmiştir. Mehmet Akif sonraki dizelerde vatanın candan, sevgiliden ve hatta insanın bütün
varlığından daha önde gelen ulvi bir değer olduğuna dikkat çeker. Dolayısıyla yedinci kıtada
vatan uğruna “mutlak bir fedakârlık inancı imgesi” (Çetin, 2015, s. 71) hâkimdir.
Kıtanın ilk iki dizesindeki uyakları oluşturan kelimelerin izine Âsım şiirinde de rastlanır.
Tıpkı marştaki gibi “feda” ve “şüheda” sözcükleri, aynı anlam ve kafiyeyi sağlamak üzere bu
şiirde bir arada kullanılmıştır.
Kaplamış yurdumun âfâkını, mâdem, şühedâ . . .
Varsın olsun kalanın uğruna Âsım da feda (Ersoy, 2011d, s. 122)
Akif’in ideal insanını temsil eden Âsım, şiirde Köse İmam’ın oğlu olarak karşımıza çıkar.
Hocazade ve Köse İmam diyaloğu üzerinden kendi neslinden ümitsizliğini dile getiren şairin
yeniden inanç ve imanla dolması, Âsım’ın temsil ettiği yeni nesle duyduğu güvenden ileri gelir.
Mehmet Akif’in bu dizeleri marşımızdaki fedakârlık imgesini destekler niteliktedir. Vatan için
herkes kendini feda edebilir, hatta gerekirse Türk milletinin umudu olan Âsım ve onun gibiler
dahi cümle şehidin arasına karışabilir. Dolayısıyla iki şiirde de aynı imgenin kullanıldığı
görülmektedir. Ayrıca vatan uğruna verilen şehitlerin çokluğu iki şiirde de yakın ifadelerle
aktarılmıştır.
İstiklal
Marşı’nda
şehitlerin
artık
topraktan
taşacak
kadar
çok
olduğu
vurgulanmışken Âsım’da şehitlerin ufuklarda, yani dört bir yanda, yer aldıklarından
bahsedilmiştir.
“Topraktan şehitlerin fışkırması” imgesine çok yakın bir kullanıma, Süleymaniye Kürsüsünde
şiirinde rastlanır.
Öyle meşbu-ı şehâdet ki bu öksüz toprak;
Oh bir sıksa adam otları, kan fışkıracak! (Ersoy, 2011b, s. 61)
Bu dizelerde toprağın yerden kan fışkıracak kadar şehitlere doymuş olduğundan
bahsedildiği görülmektedir. Dikkat edilirse marştaki imge ile neredeyse aynıdır. Şiirin bu
bölümünde ayrıca, Türk toprağı için “şüheda burcu bu yer” (Ersoy, 2011b, s. 61) ifadesi de
kullanılmıştır.
Âsım şiirinin Çanakkale Savaşı’nı anlatan “Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer /O ne
müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer…” (Ersoy, 2011d, s. 106) dizelerinde de marştaki imgeye
yakın bir kullanımın yer aldığı görülebilir.
-8. KıtaRuhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli
İstiklal Marşı’nın sekizinci kıtası Allah’a yakarış şeklindedir. Yaratıcıya seslenen şair, salîb
(haç) ile hilâlin (İslamiyet) mücadelesine vurgu yaparak O’ndan yardım diler. Bilindiği gibi
emperyalist Batı, işgal ettiği topraklarda inanca ve ibadete karşı da sert bir tavır takınmıştır.
Söylem Ağustos 2021 6/2
404
Daha önce Balkan savaşlarında Balkanlardaki camileri ve diğer Türk-İslam kültür
varlıklarını, eserlerini yakıp yıkıp yok etmişlerdi. Bugün Balkanlarda Osmanlı-İslam
tarihine ait kültür ve sanat eseri, pek kalmamıştır. Millî Mücadele sürecinde de özellikle
Yunanlıların İslamî kurum, değer ve simgelere saldırdığını görüyoruz. 8 Temmuz
1920’de Yunanlılar Bursa’yı işgal edince Sultan Osman’ın türbesini çiğnemişlerdi.
Venizelos’un oğlunun Sultan Osman’ın türbesini aşağılayan bir fotoğrafı vardır. Bu
Osmanlı tarihinin ve Türklük değerlerinin ayaklar altına alınmasıydı (Çetin, 2015, s. 73).
Düşman işgaliyle İslamiyet’e dair kutsal değerler ayaklar altına alınmaya çalışılmıştır. Bu
anlamda sekizinci kıta, yıllarca İslamiyet’in bayraktarlığını üstlenen Türk milletinin kurtuluş
mücadelesinin manevi önemini de gözler önüne serer.
Mehmet Akif’in, Allah’a “ilâhî” şeklinde seslenişi İstiklal Marşı’na özgü değildir. Şair,
yazdığı diğer birçok şiirinde de aynı ifadeyi kullanmıştır. Bunlardan bir tanesi Fatih Kürsüsünde
şiiridir.
Kur'an ayak altında sürünsün mü, ilâhî?
Âyâtının üstünde yürünsün mü, ilâhî?
Haç Kâ'be'nin alnında görünsün mü, ilâhî?
Çöksün mü nihayet yıkılıp koskoca bir din?
Çektirme, ilâhî, bu kadar zilleti (Ersoy, 2011c, s. 110)
Alıntılanan bölümde, kıtanın ilk üç dizesinin de izlerini görmek mümkündür. Direkt olarak
aynı sözcükler üzerinden kurulmasa da çok yakın ifadelerle aynı anlamın İstiklal Marşı’ndan çok
daha önce zikredildiği fark edilmektedir. Dizelerde geçen “haç”, “nâ-mahrem eli”ne; “Kâ’be” ise
“ma’bed”e karşılık gelmektedir. Akif’in bu dizelerine göre “Haç”ın, “Kâ’be”nin alnında
görünmesi, dinin yıkılmasına sebep olacaktır. İstiklal Marşı’nda geçen “Bu ezanlar-ki şehâdetleri
dînin temeli” dizesi, adeta bunun eksik parçası gibidir. Zira, Kâ’be’de haç egemenliği, “şehâdetleri
dinin temeli” olan ezanların susmasını doğuracak ve bu da dinin yıkılması sürecini getirecektir.
Allah’a aynı yakarış, Mehmet Akif’in Süleymaniye Kürsüsünde şiirinde de görülmektedir.
Müslüman mülkünü her yerde felâket vurdu…
Bir bu toprak kalıyor dînimizin son yurdu!
Bu da çiğnendi mi, çiğnendi demek şer’-i mübîn;
Hâk-sâr eyleme yâ Rab, onu olsun… (Ersoy, 2011b, s. 74)
Marşımızda “nâ-mahrem el” olarak ifade edilen emperyalist Batı, burada “felâket” kelimesi
ile karşılanmıştır. İlk dizede Batı’nın Müslüman ülkeleri ele geçirmesi anıştırılır. Şair, İslam’ın son
kalesi olarak gördüğü Türk milletini ve topraklarını koruması için Allah’a yakarmaktadır.
-9. KıtaO zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.
İstiklal Marşı’nın dokuzuncu kıtası, şairin yakarışının beklenen sonucu gibidir. Yedinci
kıtada vurgulanan vatana feda olma imgesi ve sekizinci kıtadaki manevi yakarış burada yerini
kurtuluşun, bağımsızlığın getirdiği şükre ve mutluluğa bırakacaktır. Nice şehidin canından
geçmesi, nihayet anlamını bulmuş olacaktır. Dizelerde, bu şehitlerin birer mezar taşları olmasa bile
Söylem Ağustos 2021 6/2
405
kurtuluştan sonra okunan ezanla adeta naaşlarının bedenden sıyrılmış ruhlar gibi kolay ve diri bir
şekilde yerlerinden doğrularak arşa ulaşacakları vurgulanır. Dizelerde ruhun değil bedenin
yerden fışkırması, Bakara Suresi 154. ayette bildirilen “Allah yolunda öldürülenler için ‘ölüler’
demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz” 7 lafzına uygun olarak kullanılmış
olmalıdır.
Kıtanın ilk dizesinde yer alan mezar taşıyla ilgili anlama, Âsım şiirinde rastlanır.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; (Ersoy, 2011d, s. 108)
Şiirin alıntılanan dizelerindeki anlam, dokuzuncu kıtanın ilk dizesini tamamlıyor gibidir.
Şair, İstiklal Marşı’nda şehitlerin bir mezar taşı dahi olmayabileceği mesajını bir ara söz (varsa)
vasıtasıyla aktarmıştır. Âsım’ın Çanakkale şehitlerine ithaf edilen bu bölümünde, kendilerine
methiyeler dizilirken mezar taşları bile olmayan askerlerimiz için Kâ’be layık görülür.
Şairin bu iki şiir parçasındaki konumuna bakıldığında Âsım’da olayı dışarıdan gözlemleyen
biri iken İstiklal Marşı’nda odakta kendinin bulunduğu görülecektir. Bunun sebebi, Akif’in
Çanakkale Savaşı sırasında Teşkilât-ı Mahsusa görevlisi olarak Arabistan’da bulunmasıdır. Şair,
süreci takip etse de bizzat içinde yer almamıştır. Hatta bu şiiri dahi, zaferin kazanıldığını
öğrendikten sonraki duygu seli ile orada kaleme almıştır. Çanakkale Savaşı’nı görmüş, cephede
bizzat bulunmuş birçok şair ve yazarın bu konu hakkında tek bir satır dahi yazmadığı göz önüne
alınırsa Mehmet Akif’in hissettiği sorumluluk duygusunun ve aydın bilincinin önemi daha net
kavranabilir. Millî Mücadele’de ise Akif yurttadır ve çeşitli illerde mücadeleyi destekleyen vaazlar
vermektedir. Dolayısıyla marştaki dizelerde süreci bizzat yaşamıştır.
Kıtanın üçüncü dizesinde yer alan, “naaşın topraktan fışkırması” imgesine benzer bir
kullanım Süleymaniye Kürsüsünde şiirinde yer alır.
Sanıyorlar kafa kesmekle, beyin ezmekle,
Fikr-i hürriyyet ölür. Hey gidi şaşkın hazele!
Daha kuvvetleniyor kanla sulanmış toprak:
Ekilen gövdelerin hepsi yarın fışkıracak! (Ersoy, 2011b, s. 39)
Şair burada, emperyalist Batı tarafından şehit edilen insanların bu mücadelenin daha da
kuvvetlenmesine neden olacağından dem vurmuş; yarın kurtuluş vakti geldiğinde bu bedenlerin
her birinin, tıpkı İstiklal Marşı’nda belirtildiği gibi, topraktan arşa yükseleceklerini ifade etmiştir.
-10. KıtaDalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!
İstiklal Marşı’nın onuncu kıtası, diğerlerinden farklı bir şekilde beş mısradan müteşekkildir.
Bu bölümde hâkim olan düşünce, bağımsızlığına kavuşmuş millî bir devlet idealidir. Şair,
bayrağımızın bir parçası ve aynı zamanda İslam’ın sembolü olan hilâlin, verilen şehitlerin hakkı
için topraklarımızın üzerinde dalgalanması gerektiğini vurgulamıştır. Akif’e göre, Türk milleti ve
7
Ayetin tefsiri için bk. https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Bakara-suresi/161/154-ayet-tefsiri
Söylem Ağustos 2021 6/2
406
onun değerleri sonsuza kadar hür ve payidar kalacaktır. İstiklal, Allah’a iman eden Türk milletinin
hakkıdır.
İstiklal Marşı’nın bütününe ve şairin diğer epik şiirlerine bakıldığında temelde izmihlâl ve
istiklal fikri üzerinde yükselen bir anlayış göze çarpar.
Atatürk’ün İstiklal Marşı’nda en beğendiği yer de onuncu kıtada kuvvetli bir hürriyet ve
istiklal vurgusunun yapıldığı son iki dizedir (Çetin, 2015, s. 22). Bu iki zıt kavram, bu kıtada
olduğu gibi Safahat üst başlığı ile anılan şiirlerinde de yer yer bir arada kullanılmıştır.
Azıcık bilmek için kadrini istiklalin
Bakınız çehre-i meş’ûmuna izmihlâlin (Ersoy, 2011b, s. 62)
Mehmet Akif, Süleymaniye Kürsüsünde şiirinde geçen bu bölümde istiklalin değerinin
anlaşılması için yıkımın, yok oluşun o uğursuz yüzünün görülmesi gerektiğinden bahseder. Şair,
alıntılanan dizelerin öncesinde Türk milletinin göçebelikten büyük bir devlete dönüştüğünü
vurgularken tekrar yurtsuz kalmaktan duyduğu korkuyu, izmihlâl ve istiklal kelimeleri üzerinden
anlatır. Özellikle Balkan Savaşları’nda üst üste toprak kayıpları yaşanırken ve Osmanlı
topraklarında türlü cürümler işlenirken Akif, milletin buna sessiz kalmasından rahatsızlık duyar.
Vatanın tâkati yoktur yeniden ihmâle;
Dolu dizgin gidiyor baksana izmihlâle!
Ey cemâat, uyanın, el verir artık uyku!
Yok mu sizlerde vatan nâmına hiçbir duygu?
Düşmeden pençesinin altına istikbâlin,
Biliniz kadrini hürriyetin, istiklalin (Ersoy, 2011b, s. 58)
Türk milletinin mevcut duruma refleksi, önce Çanakkale cephesinde kazanılan zaferle
kendini göstermiş; Sevr ile yok olmanın kıyısına gelen Türk milleti, kurtuluş mücadelesi ile kendi
kaderini tayin ederek izmihlâlden istiklale ulaşmıştır. Fakat Mehmet Akif, ulaşılan istiklalin
muhafazası noktasında da bir mücadele yürütülmesi gerektiğini işaret eder. 1918 yılında
Sebîlürreşâd’da yayımlanan “Umar mıydın?” şiirinde Akif, “Bu izmihlâl-i ahlâkî yürürken, durmaz
istiklal!” (Ersoy, 2014c, s. 31) dizesiyle ahlaki çöküşün de milletin istiklali için tehdit oluşturduğu
konusunda uyarıda bulunur.
İstiklal Marşı ile Safahat arasında yalnızca imge ve anlam düzeyinde değil mısralardaki öge
dizilişi bakımından da benzerlik olduğu görülmektedir. Bunun en net örneği, onuncu kıtanın ilk
dizesine hem öge dizilişi hem de söyleyiş bakımından çok yakın olan Süleymaniye Kürsüsünde
şiirindeki şu dizelerdir:
Dalgalansın da denizler gibi kalbinde celâl;
Görmesin dîdelerin reng-i sivâ, reng-i zılâl! (Ersoy, 2011b, s. 32)
Şiirden alıntılanan bu bölüm ile İstiklal Marşı’nın ilgili dizeleri yan yana getirildiğinde
dikkat çektiğimiz yakınlık çok daha iyi görülecektir. Nitekim “dalgalan-” fiili ve “gibi” edatının
dizelerde aynen, yeri dahi değişmeden, kullanılmasının yanında; Akif’in her iki şiir parçasına da
yüklemi öne alarak başladığı görülmektedir. Bu söyleyiş, şairin üslubunun bir gereğidir ve diğer
şiirlerinde de fark edilebilir. Ayrıca, her iki tarafta da kafiyeyi oluşturan sesler aynıdır. Bu anlamda
neredeyse ikisi de aynı şiirin dizeleri gibidir.
Söylem Ağustos 2021 6/2
407
SONUÇ
Yüz yıldır çeşitli platformlarda okunan İstiklal Marşı, Türk milleti için bir bağımsızlık
vesikasıdır. Diğer bütün şiirleri gibi o da Mehmet Akif Ersoy’un hayat, sanat ve ideal
diyalektiğinin bir ürünüdür. Şairin Safahat adıyla andığımız yedi kitabında yer alan şiirlere
baktığımızda millî marşımızla arasında çok önemli benzerlikler olduğu görülmüştür. Zira marşta
kullanılan birçok imge, sembol ve kastedilen anlamlar daha önce şairin çeşitli şiirlerinde işlenmiş
durumdadır.
Bu anlamda, birinci kıtada yer alan “ocağın tütmesi” imgesinin Fatih Kürsüsünde şiirinde;
ikinci kıtada hilâl ile temsil edilen Allah’ın, Türk milletine güzelliğini değil öfkesini göstermesi
anlamının Hakkın Sesleri adlı kitapta geçen bir şiirde; dördüncü kıtada Batı’nın “canavar”a istiare
edilmesinin ve göğsün iman dolu bir sınır, bir kale olarak işlenmesinin sırasıyla Süleymaniye
Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde ve Âsım şiirlerinde; beşinci kıtada kurtuluşa ermeyi
temsil eden “vaat edilen günün doğması” imgesinin, Hakkın Sesleri, Hâtıralar ve Gölgeler şiir
kitaplarında; altıncı kıtada “toprağa/mezara basma” imgesinin Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde,
Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde şiirlerinde; yedinci kıtada “topraktan şehitlerin fışkırması”
imgesinin Süleymaniye Kürsüsünde ve Âsım şiirlerinde; “şüheda” ve “feda” kelimelerinin
oluşturduğu uyak yapısının aynı şekilde yine Âsım şiirinde; sekizinci kıtada Allah’a yakarış ve
dinin, kutsalın çiğnenmesi durumuna serzenişin Süleymaniye Kürsüsünde ve Fatih Kürsüsünde
şiirlerinde; dokuzuncu kıtada şehitlerin mezar taşlarının olmamasının Süleymaniye Kürsüsünde ve
Âsım şiirlerinde; onuncu kıtada ise “izmihlâl” ve “istiklal” kelimelerinin bir arada kullanımının
Süleymaniye Kürsüsünde şiirinde ve Gölgeler kitabındaki “Umar mıydın?” şiirinde; onuncu kıtanın
ilk iki dizesindeki öge diziliminin ve dize sonlarındaki ses benzerliklerinin de çok yakın bir şekilde
Süleymaniye Kürsüsünde şiirinde yer aldığı tespit edilmiştir. Üçüncü kıtaya dair anlamsal yakınlık
taşıyan dizeler tespit edilse de söyleyiş ve imgelem düzeyinde yeterli benzerlik görülmediği için
incelemeye dahil edilmemiştir. Fakat Mehmet Akif’in Balkan Savaşları sırasında yazıp askerlere
ithaf ettiği “Cenk Şarkısı”na bakılırsa İstiklal Marşı’nın üçüncü kıtasındakine benzer bir şekilde
“sel olup taşmak” ve “dağları aşmak” gibi kullanımların yer aldığı görülecektir.
Bu verilerden hareketle İstiklal Marşı’nda yer alan birçok imgenin ve anlamın aslında
yoğunluk sırasına göre önce Balkan Savaşları’nın ve sonra Çanakkale Savaşı’nın tesiri ile daha
evvel üretilmiş olduğu görülür. Özellikle bazı imgeler hiçbir değişikliğe uğramadan İstiklal
Marşı’nda da kullanılmıştır.
Millî marşın her ne kadar Türk milletinin genel karakteristiğini ortaya koyan ve zamana
sığmayan bir metin olduğu bilinse de onu yalnızca Kurtuluş Savaşı destanı olarak görüp bu dar
çerçeveye istemeden hapseden bir algı vardır. Hâlbuki marşın ihtiva ettiği imgelerin ve anlamların
izleri Safahat’ta takip edildiğinde millî marşın, yoğunlukla Balkan Savaşları’nın şairde yarattığı
duyuş ile vücuda getirilmiş olduğu görülmüştür. Meseleye daha genel bir çerçevede baktığımızda
ise anlam alanının Türk-İslâm tarihinin çok daha eski dönemlerine kadar uzandığı görülecektir.
KAYNAKÇA
Çağbayır, Yaşar (2010). İstiklal Marşı’nın Tahlili. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Söylem Ağustos 2021 6/2
408
Çetin, Nurullah (2015). İstiklal Marşı’mızı Anlamak. Ankara: Öncü Basımevi.
Ersoy, Mehmet Akif (2006). Safahat Tam Metin ve Safahat Dışında Kalmış 54 Şiir. Haz. M. Ertuğrul
Düzdağ. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Ersoy, Mehmet Akif (2011a). Safahat. Haz. Fazıl Gökçek. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Ersoy, Mehmet Akif (2011b). Süleymaniye Kürsüsünde. Haz. Fazıl Gökçek. İstanbul: Dergâh
Yayınları.
Ersoy, Mehmet Akif (2011c). Fatih Kürsüsünde. Haz. Fazıl Gökçek. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Ersoy, Mehmet Akif (2011d). Âsım. Haz. Fazıl Gökçek. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Ersoy, Mehmet Akif (2014a). Hakkın Sesleri. Haz. Fazıl Gökçek. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Ersoy, Mehmet Akif (2014b). Hâtıralar. Haz. Fazıl Gökçek. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Ersoy, Mehmet Akif (2014c). Gölgeler. Haz. Fazıl Gökçek. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Kabaklı, Ahmet (1984) Mehmed Akif. İstanbul: Türk Edebiyat Vakfı Yayınları.
Karan, Hayreddin. (1957). Millî Mücadele’de Sebilürreşad Mehmed Akif ve Eşref Edib.
Sebilürreşad. 11(254): 58-59.
Kocakaplan, İsa (2016). İstiklal Marşımız ve Mehmet Akif Ersoy. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları.
Okay, Orhan (2001). “İstiklal Marşı”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2001, c. 23, s. 355-356.
Sakallı, Fatih (2018). Mehmet Akif Ersoy’un ‘Cenk Şarkısı’ ve ‘Ordunun Duası’ Şiirlerinde İstiklal
Marşı’nın İpuçları. Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, 10 (18), s. 267-278.
İnternet Kaynakları
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Bakara-suresi/161/154-ayet-tefsiri (erişim 11.03.2021).
https://www.tccb.gov.tr/assets/dosya/istiklalmarsi_metin.pdf (erişim 15.03.2021).
R